08 Nisan 2021 08:25

Dün de Bizimdir, Bugün de…

Dün de Bizimdir, Bugün de…



90’lı yılların başındayız, Erciyes Üniversitesindeki bir sınava katılmak üzere Kayseri’deyim. Benim için sınavın önemli olduğu kadar bir önemli hedefim daha var; şiirlerinden, yazılarından bildiğim bir ülkücü büyüğüm ile tanışmak, görüşmek ve 11 yılını geçirdiği cezaevi günlerini dinlemek…

Çünkü 12 Eylül 1980 öncesi Hakk ile batıl arasında bir savaş verilmişti, bu savaş çalınan düdükle bitmiş görünse de ben madem ki ülkücüyüm o zaman bu savaşın da tarafıydım. Daha iyi analiz edebilmem için savaşı birinci ağızdan yani canlı şahitlerinden dinlemeliydim.

Ocaktan, partiden sorarak öğrendiğim bilgiler ışığında bir sahaf dükkanına gittim. (şimdi tam yerini hatırlayamıyorum ama medrese içinde veya Kale içi çarşısında olabilir) Alişan SATILMIŞ ile ilk karşılaşmamızdı. Sanırım cezaevinden çıkmasının üzerinden 5-6 ay kadar geçmişti. Fiziki olarak çok kötü bir durumda görünmesine rağmen sohbete başlayınca bilgi birikimine, hafızasının derinliğine, maziye ve güncel olaylara hakimiyetine şaşırmıştım… Şaşırmıştım diyorum, nasıl şaşırmayayım ki, karşımdaki 11 yıllık hükmünü maltada volta atarak, çamaşırlarını yıkayarak, görüş gününü bekleyerek geçirmiş bir mahkum değildi…

Karşımdaki aynı dışarıda olduğu gibi içeride de, gördüğü her haksızlığa baş kaldırmış, her isyanından sonra yeniden işkence tezgahlarından geçmiş, hücrelerin yerini ezberlemiş, firarlar üzerine ihtisas yapmış, gittiği her cezaevinde adaleti tesis etmek için uğraş vermiş bunun karşılığında çokça ezilmiş olsa da, keyfi uygulamalarla kendisini ezenlerin yüzüne karşı ağız dolusu küfürler savurmuş bir mahkumdu…

Sonraki yıllarda farklı cezaevlerinden tahliye olan ülkücü görüşe mensup siyasi mahkumlarla da tanıştım. Her biri gençliğini, hayallerini, umutlarını içeride bırakarak dışarıya çıkmışlardı…

Büyük çoğunluğu içerideyken, anaları, babaları vefat etmiş, evleri dağılmış, kapıları kapanmış, yavukluları başkalarıyla yuva kurmuştu…

Sudan çıkmış balığa dönmüşlerdi, yaşları 35-40 aralığındaydı, bir kaçı dışında hemen hepsi bekardı, meslekleri olsa bile işleri yoktu, paraları yoktu, selamlarını almamak, birlikte görünmemek için çevrelerinden kaçan adamcıklarla doluydu etraf…

Zulüm kalelerini, işkencehaneleri, taş duvarları medreseye çevirerek ilim tahsil eden o azimli ülkücüler bir iradelerini kez daha ortaya koyarak kendilerine bir yol çizme durumundaydılar.

İş bulmak, iş kurmak, kalacak yer temin etmek, dışarıdaki hayata adapte olmak derken 5-10 yıl daha geçmiş ve sıra evlenmeye gelmişti.

Yıllardır gazetelerden, dergilerden, kurultaylardan uzaktan uzağa takip ettiğim Yusufiyeliler evlenip yuva kurmaya başlamışlardı.

Tuzu kuru insanların emekliliğe hazırlandığı yaşlarda onlar evlat sahibi oldular…

Torunlarını gezdirmeleri gereken 50-55 yaşlarında onlar çocuklarının ellerinden tutup parka götürmeye başladılar.

İçlerinde siyasette, ticarette, edebiyatta son derece başarılı olarak sistemden intikam alanlar çıktığı gibi, köşesine çekilip kaderine razı olup, geçmişte yaptıklarını bir şeref nişanesi gibi taşıyarak ağzını mühürleyenler de çıktı.

Ama ben onların hangisini eşleri ve çocuklarıyla görsem boğazım düğümlenir, gözlerim buğulanırdı.

Derken aradan zaman geçti, köprünün altından çok sular aktı.

Biz kitle partisi olmak ile fikir partisi olmak konusunda bir türlü kararımızı veremeyince, kurumlaşmaktan uzaklaştık dönemlik, sezonluk teşkilatlarla durumu idare etmeye başladık…

Oturduğu koltukta kimlerin kanı, alın teri, gözyaşı ve duası olduğunu bilmeden makam işgal edilirse, geçmişte verilen mücadeleler, çekilen çileler, yatılan cezalar küçük görülmeye, yok sayılmaya başlanır. Şahısların ve olayların içi boşaltılmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılır.

Bu harekete gönül veren, vazife söz konusu olduğunda bir adım öne çıkıp, mükafat zamanı geldiğinde en geride duran yiğitler Başbuğ Türkeş’in “ülkücü, ülkücünün öz kardeşidir” sözünü asla akıllarından çıkarmazlar.

İşte bunun içindir ki, ülkücüler ne geçmişlerine sövdürürler, ne de geçmişte can almış, can vermiş ülküdaşlarına yapılan sözlü/fiziki saldırıları görmezden gelirler.

Bu hareketin şehitleri nurlanmış, gazileri onurlanmış yiğitlerdir.

Şehit yakınlarımız ve gazilerimiz MYK’ya girmeyi, milletvekili aday listesine girmeyi, belediye başkanı adayı gösterilmeyi her ortamda onore edilmeyi hak eden, fikirlerine başvurulacak kaynak kişiler, bilge insanlardır.

Hiç kimse bir kenarda durup, gözünü ve kulağını kapatarak denge politikası izlemeye çalışmasın. Herkes tarafını belirlemeli ve belirlediği tarafın safında yerini almalıdır.

Gördüğümüz yanlışa yanlış demek için kimseden izin almamıza, kimseden korkmamıza gerek yoktur.

Biz dünümüze sahip çıkarsak yarınları daha sağlam, kuvvetli ve muhabbetli bir şekilde kucaklarız. Ama dünümüzü inkar edersek yarınımız da karalıklara gömülür. Böylece biline…