28 Mart 2021 14:30

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ..!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ; İNSAN HAKLARI SAVUNUCULUĞU MUDUR?

Hukuk devletinde DEVLET; her ferdin yaşama hakkı başta olmak üzere diğer bütün temel haklarının teminatı ve koruyucusudur.

Şeyh Edebali’nin ünlü vecizesinde söylediği üzere; ‘’İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın’’ yasası gereği Devletler; ‘’Hukuk Devleti’’ olmayı başarabilirlerse toplumdaki hiçbir ferdin korunması için farklı uygulamalar yapılması ve yasalar çıkartılmasına gerek kalmayacaktır.


Bu erdemli yapının sağlandığı ülkelerde ne başka bir sözleşmeye ne de başka ülkelerin dayatmalarına gerek kalmaz. 2011 yılından beri Müslüman Türk Milletinin aile yapısına, sosyal hayatına , yaşam ve hayat felsefesine zehirli bir hançer gibi saplanmış olan 63 maddelik ‘’İstanbul Sözleşmesi’’ salim kafayla ve dikkatlice incelendiğinde bu senaryoyu kurgulayanların gayelerinin hiç de masum olmadığı ve asıl gayelerinin hemen anlaşılacağını düşünüyorum.


Aşağıda sıraladığım sadece üç maddenin irdelenerek akıl süzgecinden geçirilmesi bile bu metnin hazırlanma gayesini açıkça ortaya koymaktadır. Diğer maddeleri de ciddi olarak irdelendiğinde aile yapımız, millet bütünlüğümüz ve özellik le de ahlaki yapımız üzerinde çok önemli ve ciddi olumsuz etkileri olduğu tespit edilecektir.


1-Öncelikle sözleşmenin 12. Maddesini (hususen12/5 maddesini) mütedeyyin, vatan-millet sevdalısı insanlar açısından okuyup değerlendirip düşünmek gereklidir. Mesela bu maddede ifade edilen “Sözde namus, sözde örf, adet, töre ile mücadele edilmelidir’’ cümlesinden ne anlaşılması gerektiğine akıl yormak gereklidir.


Tabi bu arada bizim gibi kadim İslam kültürü toplumları için; Namus, örf, adet, gelenek ve töre’nin önemini de ayrı başlık altında konuşmak ve içinde bulundu ğumuz gerçekliği de ciddi olarak değerlendirmek gerekecektir. En töreci toplumlardan biri olan batı toplumu bu noktada bize; “Sözde namus, örf, töre vbg. ” kavramlarla mücadeleyi emrediyor. Bu madde üzerinde biraz düşünüp ve diğer maddeleri de aklınızda tutunca batının niçin bu değerlerle mücadele istediği hemen ortaya çıkmaktadır. Çünkü batı dünyası; Müslüman Türk toplumu için bu başlıkların ne ifade ettiğini ve bu değerleri hayat nizamı yapmış olmanın toplum ve devlet yapımıza nasıl güç kattığının farkındadır. Bu nedenle bu değerlerle savaşmamızı baş şart olarak ileri sürmek tedirler.

2- Sözleşmenin 3/f maddesinde ise; ‘’Kadın kelimesi 18 yaş altındaki kızları da kapsar’’ denilerek toplumumuzdaki Kadın-Kız kelimelerinin içi boşaltılarak bu kelimelerin taşıdığı mananın kendilerince (sözde medeni olmak için) bir ehemmiyetinin olmadığı vurgulanmaktadır.

Bu tavsiyeyle toplumumuz da tarih boyunca kullanılagelmekte olan, hanımların medeni halini ifade eden ‘Kadın-kız’ kelimeleri nin gereksiz olduğu, ‘’Sözde namus’’ tan ne kast edildiği ortaya konulmaktadır.13 yıldan beri, sözleş me gereği yazılı ve sözlü medyada ve hukuki metinlerde; ‘’İki yaşında kadın hayatını kaybetti’’! gibi aptalca ifadelerle tarihi ve kültürel hafızamıza bir dinamit konulmuştur.

3- Diğer bir başlık ise ‘’Cinsiyet’’ konusudur. Sözleşmenin ana konusu, varlık sebebi ‘’Kadına şiddetin önlenmesi’’ olmasına rağmen , cinsiyet kavra mının anatomik, tarihi ve kültürel manasından çıkartılarak ne idiğü belirsiz ‘toplumsal cinsiyet’ ya da ‘cinsiyetsiz toplum’ gibi bir ucube icat edilmesinin gayesi ne olabilir? Diğer maddelerde sözü edilen bazı konularla beraber düşünüldüğünde ‘’Cinsiyetsiz toplum’’ diye insan anatomisi, fizyolojisi ve insan Fıtrat’ı ile alakası olmayan bir insan ırkı yaratılmaya çalışıldığı görülmektedir.

‘’Cinsiyetsiz toplum gerçekleştirme’’nin ne manaya geldiği ve toplumumuz için tasarlanan yapının ne olduğunu araştırıp tartışılması başlı başına hayati bir konu gibi durmaktadır. Bu başlık altında LGBT vgb. gayri ahlaki ve gayri insani patolojik yaşam şekillerine ''İnsan hakları’’ başlığı altında meşruiyet kazandırmaya çalıştıklarını göz ardı etmemek gerekir. Yakın zamana kadar Dünya Sağlık Örgütü'nün(DSÖ) ''Psikolojik hastalık-cinsel sapma'' kabul ettiği eşcinsellik, batının zorlamasıyla bu listeden çıkartılarak ''Yeni Dünya düzeni planlayıcıları'' nın projeleri gereği, bir ‘’insan hakkı’’ gibi dünyaya kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.

İstanbul sözleşmesinin kabulünden bu yana örgütlenme hakkı verilen (LGBT) örgütlerinin üye sayısı Ülkemizde 250.000’e ulaşmıştır. Kim kendi çocuğunun LGBT’ li ya da Lezbiyen olmasını ister?! Bu konu bir ‘’tercih, ya da kendi yaşam kurallarını belirleme’’ özgürlüğü değildir. Temelinde organik ,anatomik ya da psikyatrik bir geçerli sebep olmadıkça bu haller ‘’Cinsel ve psikoloji sapma’’ dır; yani hastalıktır. Kadim Türk-İslam kültürü ve bütün kitabi dinler bu durumu böyle değerlendirmektedirler.

Böylesine bir sapma ;batı istedi ve dayattı diye ‘’sözde medeni dünya yaşamı-hayat tarzı’’ olamaz, olmamalıdır. İnsanlık tarihi boyunca bütün kültürlerde ve bütün semavi dinlerde insanlar bu hastalıklı ruh hali ve cinsel sapma ile mücadele halinde olmuşlardır. İstanbul sözleşmesi ve benzeri metinler vasıtasıyla batılı toplumların ''İslam ile savaş ve mücadele'' si devam etmektedir.

Batının bu gibi sapkın küresel düşünce, tutum ve davranışlarına, doğunun kadim medeniyetlerinin doğru, gerçek ve ilahi olan ''Hayat Programları'' ile karşı çıkmaları gereklidir. Batıdan gelen her fikr’i hareketi ve ‘yaşam şekli tavsiyesini’ doğru kabul etmek zorunda mıyız? Böyle bir tavır ile hareket etmek, bir çeşit dogmacılık olmaz mı!? Kaldı ki tarih boyunca batılıların dayattığı doğmaların insanlık için yıkım ve ahlaki çöküntü olduğuna dair onlarca yaşanmış kötü örnekler vardır.


‘’Batı’’ dediğimiz ‘’Tek dişi kalmış canavar’’ hiçbir ahval ve şart altında HİLAL&HAÇ çatışmasını sürdürmekten vaz geçmemiştir. Böyle olmazsa 20yy tarihi, yüzlerce insanlık dramı ve on milyonlarca insanın ölümüne sebep olan saldırı ve savaşların yüzyılı olmaz dı! 20.yy’da yaşanan katliamların ve zulümlerin hiç birinde İslam âleminin en ufak bir başlatıcı rolü olmamıştır. Kadim İslam Milletleri böyle bir hastalıklı yaşam şeklinin bir hayat felsefesi olarak kabul etmeyerek ‘’İslam Kültürü’’ ne sahip çıkarak, tavır koymak zorundadırlar. İslam dünyası sahip olduğu Kur’an destekli hayat nizamı için bu konuda son sözü söyleyen ve kural koyan bir rol oynamak zorundadır. Hulasa İstanbul sözleşmesi asla bir insan haklarını koruma belgesi değildir.

Kadın ölümlerini ve kadına karşı uygulanmakta olan negatif ayırımcılığı da önleyememiştir. Özünde toplumlar için iyilik hedeflemeyen ‘’İstanbul sözleşmesi’’; özellikle Türkiye ve diğer İslam toplumlarında ailesel ve ahlaki çözülmeyi sağlamak için kurgulanmış kötü niyetli bir metindir, projedir. Polonya, Bulgaristan Vbg. batılı Hristiyan ülkeler bile bu sözleşmeye ‘’Aile yapımızı bozar’’ diye taraf olmamışken Türkiye’nin onaylayan ilk devlet olmasını anlamakta zorluk çekmekteyim. Müslüman Türk toplumunun sahip olduğu değerler ve tarihi kaynaklar, dünyaya yeni bir hayat nizamı ve ‘ahlak kuralları bütünü’ sunmaya çok daha elverişli değerler taşımaktadır.