10 Mart 2019 10:17

PARİS AKŞAMLARI

PARİS AKŞAMLARI

Çin’in Doğu Türkistan’lı Müslümanlara uyguladığı baskı ve zulüm tüm şiddetiyle devam ederken Türkiye sessiz, Birleşmiş Milletler sağır dünya ise kör.

Doğu Türkistan; Türklüğün ata yurdu. Kaşgarlı Mahmud’un vatanı. Çin mezalimi altında inin inim inleyen kırk milyon Müslüman Türk’ün bulunduğu yer.

İsa Yusf Alptekin bey, Gaspıralı İsmail bey, Mustafa Cemiloğlu, Ebulfez Elçibey, Başbuğ Alparslan Türkeş… “Dış Türkler” davasına gönül vermiş bütün liderler… Hepinizden evet hepinizden utanıyorum. Ey yaslı yaralı Türkler. Ne olur affedin bizi Sizleri Türk milletinden sayamadığımız için, sizlere gereken sevgi, ilgi gösteremediğimiz için, sizlerle münasebetimizi sürdüremediğimiz için, hür ve insanca yaşamanızı dilemek zahmetinde dahi bulunamadığımız için bağışlayın bizi. Sizlerden özür diliyorum.

Şu an ağlıyorum.

Ağlamak çare değil ama gözyaşlarımı tutamıyorum. Yıllardır muhafaza ettiğim bir şiir var elimde. Ha Kırım’lı ha Doğu Türkistan’lı diyerek okuyorum.

1947 yılı sonbaharında Paris’te SEN nehri kıyısında bir ceset bulunur. Üstünde çıkan evraktan adının Buğra Alp Giray ve Kırım’lı bir Türk olduğu, ikinci Dünya Savaşı badirelerine kapılarak yurdunu kaybettiği, savaş sonunda Paris’te kaldığı ve çok fakir bir hayat sürdüğü anlaşılmıştır. Aşağıdaki şiir onun cebinden çıkmıştır. Buyurun okuyalım.

PARİS AKŞAMLARI

Bu kent her şeyiyle bana yabancı

Caddeler, binalar bütün insanlar…

Öyle hasretim ki ezan sesine

Ararım çevremde minare cami

Lakin takılırım çan kulesine

Yad’el elemleri sarar içimi.




Uzaklarda yurdum, buradan çok uzak

Her mevsim güneşli masmavi göklü,

Camii, kubbeli, kümbetli köşklü

Ozanlı, garipli, kervansaraylı

Hele insanları Alp’li Giray’lı

Yok haber onlardan, baba evinden

Bu yüzdendir halim kopuk bir yaprak

Herşey çok uzakta benden çok uzak.




Gözlerim daima engine dalar

İsterim ki her an ana yurdumda

Dağları dumanlı yaslı Kırım’da

Duvarında mavzer ve Kur’an olan

Ata ocağında bizim konakta

Bir bakır sinili sofra başında

İftar beklenilsin dua edilsin

Ve sessiz sedasız yemek yenilsin

Sonra şadırvanda abdest alınıp

Hep birlikte teravihe gidilsin.




Uyansam her sabah ezan sesiyle

Görsem Ayşeciği su testisiyle

Ninemi yaşmaklı namaz kılarken

Dinlesem dedemi Kur’an okurken

Başımı huşuyla yastığa koysam

Sonra toparlanıp yola koyulsam

Yahut günün şavkı vururken camdan

Heybetli sesiyle çağırsa babam.

Annem de kalk yavrum, aslanım dese

Tutup elleriyle omuzlarımdan

O müşfik haliyle sarılsa öpse…




Samaver kaynarken ocak başında

Dünya Türklüğünden Türk tarihinden

BOZKURT’tan, TURAN’dan söz etse dedem

Sonra Türklük için eylese niyaz,

Gözlerinde akan yaşını görsem.




Evet yurdum uzak buradan çok uzak

Bir ferahlık yahut birşey umarak

Düşeriz yollara akşam üstleri

Hep böyle çaresiz yıllardan beri

Her zamanki gibi yorgun ve bitkin

Arttırıp yükünü hasta kalbimin

Her an heyecanlı gözlerimde yaş

Görmek ümidiyle bir Türk, bir dildaş

Dolaşırım Paris caddelerini

Yorgun akan SEN’i köprülerini…




Bir kara kış vakti SEN kıyısında

Kafamın içinde Türklük ülküsü

Ruhumu kavuran özyurt hasreti

Böyle göçeceğim ebediyete.

Donmuş cesedimi bulup çöpçüler

Defnedilmek üzere götürecekler

Kimim ben ve neyim, ne bilecekler