PARİS AKŞAMLARI
Çin’in Doğu Türkistan’lı Müslümanlara uyguladığı baskı ve zulüm tüm şiddetiyle devam ederken Türkiye sessiz, Birleşmiş Milletler sağır dünya ise kör.
Doğu Türkistan; Türklüğün ata yurdu. Kaşgarlı Mahmud’un vatanı. Çin mezalimi altında inin inim inleyen kırk milyon Müslüman Türk’ün bulunduğu yer.
İsa Yusf Alptekin bey, Gaspıralı İsmail bey, Mustafa Cemiloğlu, Ebulfez Elçibey, Başbuğ Alparslan Türkeş… “Dış Türkler” davasına gönül vermiş bütün liderler… Hepinizden evet hepinizden utanıyorum. Ey yaslı yaralı Türkler. Ne olur affedin bizi Sizleri Türk milletinden sayamadığımız için, sizlere gereken sevgi, ilgi gösteremediğimiz için, sizlerle münasebetimizi sürdüremediğimiz için, hür ve insanca yaşamanızı dilemek zahmetinde dahi bulunamadığımız için bağışlayın bizi. Sizlerden özür diliyorum.
Şu an ağlıyorum.
Ağlamak çare değil ama gözyaşlarımı tutamıyorum. Yıllardır muhafaza ettiğim bir şiir var elimde. Ha Kırım’lı ha Doğu Türkistan’lı diyerek okuyorum.
1947 yılı sonbaharında Paris’te SEN nehri kıyısında bir ceset bulunur. Üstünde çıkan evraktan adının Buğra Alp Giray ve Kırım’lı bir Türk olduğu, ikinci Dünya Savaşı badirelerine kapılarak yurdunu kaybettiği, savaş sonunda Paris’te kaldığı ve çok fakir bir hayat sürdüğü anlaşılmıştır. Aşağıdaki şiir onun cebinden çıkmıştır. Buyurun okuyalım.
PARİS AKŞAMLARI
Bu kent her şeyiyle bana yabancı
Caddeler, binalar bütün insanlar…
Öyle hasretim ki ezan sesine
Ararım çevremde minare cami
Lakin takılırım çan kulesine
Yad’el elemleri sarar içimi.
Uzaklarda yurdum, buradan çok uzak
Her mevsim güneşli masmavi göklü,
Camii, kubbeli, kümbetli köşklü
Ozanlı, garipli, kervansaraylı
Hele insanları Alp’li Giray’lı
Yok haber onlardan, baba evinden
Bu yüzdendir halim kopuk bir yaprak
Herşey çok uzakta benden çok uzak.
Gözlerim daima engine dalar
İsterim ki her an ana yurdumda
Dağları dumanlı yaslı Kırım’da
Duvarında mavzer ve Kur’an olan
Ata ocağında bizim konakta
Bir bakır sinili sofra başında
İftar beklenilsin dua edilsin
Ve sessiz sedasız yemek yenilsin
Sonra şadırvanda abdest alınıp
Hep birlikte teravihe gidilsin.
Uyansam her sabah ezan sesiyle
Görsem Ayşeciği su testisiyle
Ninemi yaşmaklı namaz kılarken
Dinlesem dedemi Kur’an okurken
Başımı huşuyla yastığa koysam
Sonra toparlanıp yola koyulsam
Yahut günün şavkı vururken camdan
Heybetli sesiyle çağırsa babam.
Annem de kalk yavrum, aslanım dese
Tutup elleriyle omuzlarımdan
O müşfik haliyle sarılsa öpse…
Samaver kaynarken ocak başında
Dünya Türklüğünden Türk tarihinden
BOZKURT’tan, TURAN’dan söz etse dedem
Sonra Türklük için eylese niyaz,
Gözlerinde akan yaşını görsem.
Evet yurdum uzak buradan çok uzak
Bir ferahlık yahut birşey umarak
Düşeriz yollara akşam üstleri
Hep böyle çaresiz yıllardan beri
Her zamanki gibi yorgun ve bitkin
Arttırıp yükünü hasta kalbimin
Her an heyecanlı gözlerimde yaş
Görmek ümidiyle bir Türk, bir dildaş
Dolaşırım Paris caddelerini
Yorgun akan SEN’i köprülerini…
Bir kara kış vakti SEN kıyısında
Kafamın içinde Türklük ülküsü
Ruhumu kavuran özyurt hasreti
Böyle göçeceğim ebediyete.
Donmuş cesedimi bulup çöpçüler
Defnedilmek üzere götürecekler
Kimim ben ve neyim, ne bilecekler
|