06 Şubat 2019 10:13

BEKA SORUNU

BEKA SORUNU


Son günlerde bazı siyasilerce sık sık telaffuz edilen “beka sorunu” na tanık olmaktayız. Hemen her fırsatta önemle üzerine basılarak değinilen ve nazar-ı dikkatimize adeta ısrarla sunulan “beka sorunu” nedir? “Beka sorunu” denince neyi anlamalıyız? Ülkemiz açısından gerçekten bir “beka sorunu” varmıdır?

İşte bu sorulara siyasi polemiklere girmeden dilimizin döndüğü yerimizin elverdiği ölçüde kısaca değinmeye çalışalım.

Beka kelimesinin sözlük manası “kalıcılık”, “varlık-var olma, “ölmezlik” demektir. Buradan hareketle kısaca diyebiliriz ki; bir ülkenin iç ve dış güçlere karşı varlığını korumak ve hayatiyetini devam ettirmektir.

Kabul etmek gerekir ki milletler mücadelesinin yaşandığı günümüz dünyasında hemen her ülkenin az veya çok bir “beka sorunu” vardır. Ancak yine kabul etmeliyiz ki; ülkemizin bulunduğu coğrafi konumu nedeniyle, gerek batılı emperyalist ülkelerin Ortadoğu’da gözettikleri çıkarları ve gerekse komşularımızın bize karşı takındıkları hasmane tutumları göz önünde bulundurursak “beka sorunu”nu en çok yaşayan ve hisseden ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.

Türkiye kurtuluş savaşını yaşamış, var olma ve yok olma mücadelesi vermiş, nice isyanlar görmüş dolaysiyle “beka sorunu”nu bizzat yaşamış bir ülkedir. Kınalı kuzuların cepheye gidip bir daha dönmediği, çarıkla, kazma kürekle, yokluk ve sefalet içinde kan ve gözyaşı üzerine Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarken bir travma yaşadı. O gün yaşanan travma halen devam etmektedir. Çünkü Türkiye hiçbir zaman rahat bırakılmamış, Türkiye’yi parçalamak ve yutmak isteyen emperyalist haçlı orduları hemen her fırsatta Sevr’i gündeme getirmeye çalışmaktadırlar.

Komşularımıza gelince;

Suriye yıllardır Hatay vilayetimizi kendi haritalarında gösterip toprağımıza göz dikmiştir. Yunanistan Kıbrıs’ı Ege Denizini alarak Megelo İdea dedikleri Bizans hayalini gerçekleştirmek istemektedir. Bunun için de Türkiye’nin zararına her türlü faaliyeti desteklemektedir. Sovyetler ise Çar’ın vasiyeti gereği hala Akdeniz’e “sıcak denizlere inme” hayalinden vazgeçmemiştir. Bu hayalinin yanı sıra “Büyük Ermenistan” ı kurma gayesini de ayrıca gütmektedir. Irak ise Kıbrıs savaşında Rumlara yardım edip aleyhimize çalışmış ve bugün de fırsat buldukça Kerkük’te Türk katliamı yapmaktadır.

İşte tüm bu nedenleri ve gelişmeleri bir bütün olarak değerlendirdiğimizde , çevremizi bir ağ gibi saran tehlikeleri ve bilhassa sınırlarımızın tehdit altında olduğu gerçeği karşısında “beka sorunu” duymamak, hissetmemek mümkün değildir. Dolaysiyle vatan ve millet hassasiyeti fazla olan siyasilerin “beka sorunu”nu dile getirmesi gayet doğaldır.


Ancak sözkonusu “beka sorunu”nu sadece iç siyasete bağlamak veya yaklaşmakta olan yerel seçimlerle ilişkilendirmek ne denli doğrudur? Velev ki yerel seçimlerin sonuçları ileride sisteme ilişkin meşruiyet tartışması yaratması ihtimal dahilinde olsa bile devlet kurumlarının bugün geldiği nokta, iç açıcı olmayan hazin durumları, beka sorununa öncelikli kaynak teşkil etmez mi?

Dağ başındaki bir ağacı düşünün. O ağaç esen nice rüzgarlara, şiddetli fırtınalara, yağan yağmura, kara, sıcağa, soğuğa göğüs germekte ve hiç etkilenmemektedir.

Neden?

Çünkü o ağacın gövdesi sağlamdır. İşte ülkeler de böyledir. Devlet kurumları sağlam ise her türlü tehlikeye göğüs gerebilir. Bunun aksi halinde ise varlığını idame ettirmesi mümkün değildir. Mesela dış politika, adalet ve hukuk, milli eğitim, ekonomi, ahlak ve inanç gibi alanlardaki başarısızlıklar veya olumsuzluklar “beka sorunu” dur. Milli ve manevi değerlerin yozlaştırılması, Türk-İslam ahlakındaki çöküntü, dinin siyasete alet edilerek rant kapısına dönüştürülmesi, milletin gözbebeği olan Türk ordusunun saygınlığına gölge düşürülmesi, tüketim çılgınlığı, israf, yolsuzluk , hırsızlık ve rüşvetin bir hastalık gibi yayılması, üretimin durma noktasına gelmesi, enflasyonun iki haneli rakamlarda seyretmesi, dış borcun giderek artması, geleceğimizin adeta ipotek edilmesi vb ayrı ayrı birer önemli “beka sorunu”dur.

Öyleyse “beka sorunu”na önce içerden başlamalı. Yani devlet kurumlarına el atılmalı çekidüzen verilmeli. Sonra da Ali İmran suresi 104 ayette emrolunduğu üzere “içinizde öyle bir topluluk bulunsun ki; iyilikleri emreder, insanları kötülüklerden alıkoymaya çalışır. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Ayetin ruhuna ve mesajına uygun bir topluluk meydana getirilmelidir. Bu topluluk vatanını, milletini, bayrağını, dilini, dinini, milli kimliğini seven ve koruyan, toplumun dertlerini kendine dert edinen, Allah’ın rızasını kazanmayı nihai hedef kabul eden insanlar olmalıdır. Nefislerini, isteklerini, heves ve arzularını hayatın yegane gayesi olarak kabul etmeyen, cehaletle ve bilgisizlikle savaşan, ilim ve teknikte yarışan , geçmişi ile geleceği arasında köprü olabilecek milliyetçi, Atatürkçü nesilleri yetiştirmek ve ülkeyi bu nesillere emanet etmek “beka sorunu”na tek çözüm ve en doğru yoldur.