01 Ekim 2018 14:56

ÇOK GEÇ OLMADAN

ÇOK GEÇ OLMADAN

"Nıye çattın gaşlarını
Bılmıyom yar suclarımı
Ölürsem ben saclarını
Yolma gayrı yolma leylı... yolma leylı yar." Neşet ERTAŞ

( Aramızdan ayrılışının 6. Yılında Büyük Usta Neşet ERTAŞ'ı saygı ve rahmetle anıyoruz.)

Ne güzel söylemiş Neşet Baba, ben öldükten sonra saçlarını yolmuşsun, mezarımda feryat figan ağıtlar yakmış neye yarar daha ben hayattayken bile suçumun ne olduğunu bilmeden kaşlarını çatmışsın, içimi acıtmışsın.



Hep böyleyiz değil mi özellikle de en çok sevdiklerimize karşı beklentiler oluşturup onların davranışlarından sözlerinden ziyade zihinlerini okuyup çıkarımlarda bulunuruz hatta ve hatta bazen daha da ileriye giderek zihin okumalarımıza kendimizi epey bir kaptırıp karşımızdakini kırıp, incitiriz.

Aklımız başımıza geldiği zaman da kimi gurur der kimi benlik der fark etmez bir düğümle cebelleşmekten gönül almayı erteleyip dururuz.



Ama hayat su misali akarken gürül gürül, hiç umulmadık bir anda bir set çekilir önünüze bilemezsiniz ustası kim işçisi kim kalıverirsiniz bir anda kupkuru bir bayırda ve bir başınıza.

Yalnızlıkla boğuşurken istediğiniz kadar ah vah edin nafile... Ondan sonra da buluşur mu elleriniz bir damla su ile bilinmez.

Suyun kıymetini illaki çatlayan dudaklarımızla bir damlası için yakarırken bilmenin bir anlamı olmadığı gibi insanoğlu toprak olduktan sonra kimin onun için ne kadar gözyaşı döktüğünün bir anlamı olmasa gerek. Sevdiklerimizi kaybettikten sonraki ahlarımızın da bir önemi yoktur. Onlar daha hayatta iken bizim için ne ifade ettiklerini hissettirmemiz hatta hissettirme de bazen yetersiz kalabiliyor direkt dile getirmemiz gerekir.



Biz toplum olarak duygularımızı çok rahat ifade edemiyoruz. Büyüklerimiz belli bir yaştan sonra evlatlarına olan sevgilerini dile getiremezler evlatlar da onlara. Eşler için de çoğu zaman aynı durum söz konusu. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır mutlaka en basiti sosyolojik açıdan baktığımız zaman feodal yapının duyguları kilit altına almasıdır diyebiliriz veya psikolojik değerlendirmesini yapmak gerekirse güzellikleri sürekli dillendirerek büyüsünü bozabiliriz diye düşünülür genellikle. Ancak yarın bir şeyler için çok geç olabilir o yüzden hemen şimdiyi, anı, değerlendirip kıymetlilerimize kalbimizin sesini sonuna kadar duyuralım. Sevgiyi dile getirmekten korkmayalım

Sevgi ki her kilidin anahtarı, her derdin şifasıdır...

Ne yani sevgi dillendikçe azalacak mı bilakis paylaştıkça katmerleşir, güçlenir.



Anlık duygu yıkımlarımızın, değişimlerimizin bizi değer verdiklerimizin karşısında aciz bırakmasına müsaade etmeyelim. Acizlik bizi susturur. Suskunluk en tehlikeli silahtır kendi kendini doldurur ve ne zaman nasıl ateş alacağını kimse kestiremez.



Bir keresinde bir öğrencim babasının onu hiç sevmediğini söylemişti. Ben de ona çeşitli sorular sorarak aslında babasının onu ne kadar çok sevdiğini bulmasına yardımcı olmasına çalıştım ve çocuk dolaylı yollardan babasının ona ne kadar değer verdiğini ve sevdiğini fark etti. Tam rahatladığını düşünmek üzereydim ki "Öğretmenim" dedi "Ben babamın beni sevdiğini bu kadar düşündükten sonra anlamak istemiyorum ondan duymak istiyorum bana sarılmasını istiyorum ve ona güvenmek istiyorum." Dedi.



Sevildiğimizi hissetmek güven oluşturduğu gibi hatalar halkasının azalmasını da sağlar hiç şüphesiz.



Sevgiyi hissetmenin yaş sınırı olmadığı gibi bunu dile getirmek için de onu sürekli kalbimizde dallandırıp budaklandırıp büyütmenin bir anlamı yoktur. Biz hamken salıverelim sevgimizi gönüllere bırakalım yerleştiği gönüllerde büyüsün yeşersin dal budak salsın...



Sevgi ve huzurla kalın...