Türkeş’e Neden Başbuğ Denildi?

19 Ekim 2021 09:20

URFAPRESS Yazarı İmam Hüseyin SAVAŞ'ın kaleminden.. 

Türkeş’e Neden Başbuğ Denildi?



Alparslan TÜRKEŞ Milliyetçi Hareket Partisinin kurucu genel başkanıydı, ülkücü hareketin fikir babasıydı, siyasi hayatı boyunca Başbakan veya Cumhurbaşkanı olamadığı halde namı Türkiye sınırlarını aşmıştı, Türk ülkelerindeki en ücra köyde bile adı saygı ile anılıyordu. Hangi parti iktidar olursa olsun devlette her zaman Türkeş’in sözü ağır basıyordu. Onun “evlatlarım” diye hitap ettiği ülkücüler Türkeş’in her sözünü emir sayıyor ve hiçbir emrini tartışmaya dahi açmıyordu.



Kadın, erkek, genç, yaşlı, bebek ve çocuklardan oluşan 500 bin ülkücünün her sene toplandığı Tekir Yaylasındaki (Erciyes Zafer Kurultayı) uğultuyu hatta gürültüyü düşünebiliyor musunuz? İşte Türkeş kürsüye çıkıp elini havaya kaldırınca o koca alanda sanki zaman donardı, adeta hayat dururdu, bir ihtiyarın öksürük sesini veya bir bebeğin ağlama sesini bile duyamazdınız. Ülkücülerdeki Türkeş sevgisi bambaşkaydı. Çünkü Türkeş:



Türkeş ülkedeki sosyal, kültürel, ekonomik ve ahlaki kötü gidişe dur demek için yapılan 27 Mayıs ihtilalinin içinde arkadaşlarıyla birlikte yer aldı. Hemen ardından komite ile fikir ayrılığına düşünce sürgün edilen 14 arkadaşı ile aynı kaderi paylaştı ve Hindistan’a sürgüne gönderildi…



Hindistan dönüşü önce Huzur ve Yükseliş adında bir dernek kurdu. Sonra demokrasiye olan inancından dolayı devlet yönetiminde Türk milliyetçiliğini yeniden hakim kılmak için Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinde siyasete atıldı. Bu partiye genel başkan seçildikten sonra partinin adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirdi. Birkaç yıl içerisinde Türkiye’nin neredeyse bütün il ve ilçelerini gezdi. Yeri geldi Kahvehane masasının üstünden, yeri geldi kamyon kasasının üstünden hitap ettiği sayısız miting düzenledi.



Fikirlerinden etkilenip arkasından yürüyen gençlere özel seminerler, konferanslar verdi. Türk gençliğini bilinçlendirmek amacıyla gece uyumadı, gündüz dinlenmedi. Çok zaman yardımcıları, özel kalemi ve korumaları Türkeş’in hızına yetişemiyordu. Fikirleriyle hükmettiği kitlenin sayısı hızla artınca yeni bir teşkilatlanma modeli uyguladı.



Ülkü Ocakları, Ülkücü Esnaflar, Ülkücü İşçiler, Ülkücü Öğretmenler, Ülkücü Teknik Elemanlar, Ülkücü Köylüler, Ülkücü Hanımlar, Ülkücü Maliyeciler, Ülkücü Memurlar, Ülkücü Öğretim Üyeleri, Ülkücü Polisler gibi her meslek gurubuna ayrı ayrı dernekler kurdurdu. Bu dernekler hedef kitleleri üzerinde son derece etkili çalışmalar yaptı. Her derneğin faaliyetleriyle ayrı ayrı ilgilendi.



Teşkilatıyla olan bu sıkı bağdan dolayı her şehirden onlarca ülkücüyü isimleri ve meslekleriyle bilir, tanırdı.



Ortadoğu isminde bir gazete kurdurdu. Yazar, şair, karikatürist, müzisyen, tiyatrocu, halk ozanı, sinema oyuncusu gibi sanatın her dalında uğraş veren ülkücüleri ayrıca destekledi ve teşvik ediyordu. Bu yoğun çalışma temposu içinde kaleme aldığı onlarca kitap en çok basılan ve satılan kitaplar listesine girmeyi başarmıştı.



Kısa zamanda ülkücü bir nesil yetişmiş olması, Türk milleti ve devleti aleyhine hain planlar kuran yerli ve yabancı şer odaklarının oyunlarını bozmuştu. Bu sebeple, ülkücülere karşı saldırılar başlamıştı. Ülkenin her yerinden ülkücülerin şehit edildiği haberleri geliyordu.



Kızıl kurşunlara hedef olduktan sonra şehadet şerbetini içen ülkücülerin cenazeleri tekbirler eşliğinde kaldırılırken, intikam yeminleri edilirken, hatmi şerif indirilirken diğer ülkücülerle birlikte Türkeş de mezarlıkta, meydanda, camideydi.



Türkeş, bir gün Bingöl Belediye Başkanı Şehit Hikmet TEKİN’in tabutuna omuz verirken, bir başka gün Gümrük ve Tekel Bakanı Gün SAZAK’ın tabutunu taşırken görülüyordu. Yetişebildiği sürece her ülkücü şehidin cenaze töreninde hazır bulunup adeta şehadetlerine şahitlik ediyordu.



Artan saldırıları, terörü, adaletsizliği ve yolsuzlukları protesto etmek amacıyla düzenlenen eylemlerde ülkücülerle omuz omuza yürüyor hatta pankart taşıyordu.



Amerikan uşaklarının yaptığı 12 Eylül darbesinden sonra ülkücüler gözaltına alınıp, işkence tezgahlarından geçerken Türkeş de cezaevindeydi. Ülkücülere işkence ile çeşitli suçlar kabul ettirilmeye çalışılırken Türkeş’in talimatı cezaevlerinin koridorlarında yankılanıyordu; “evlatlarım, işkencelere dayanamayan olursa, her şeyi Türkeş yaptırdı desin”



Tamamı idamla yargılanan bir salon dolusu ülkücüden hiç birisinin aklından Türkeş’i suçlamak geçmediği gibi ilk duruşmanın olduğu gün Türkeş’in salona girişi esnasında yüksek sesle ve son derece disiplinli bir şekilde istiklal marşımızı okuyunca mahkeme heyetinin onu ayakta karşılamasını sağlamışlardı. Dört yıl, altı ay cezaevinde yattıktan sonra tahliye olur olmaz, bir vakıf kurdurarak şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin yaralarını sarmaya çalışıyordu.



Siyasi hayatı boyunca hiçbir partinin emrine girmedi. Evlatlarım dediği ülkücüleri kimseye ezdirmedi. Bir tek defa seçim ittifakı yaptı, seçim bitince de hemen o partilerle yolunu ayırdı.



Ebediyete intikal ettiği 4 Nisan 1997 akşamına kadar durmadı, dinlenmedi. Ülkücüler zindanda o da zindandaydı. Ülkücüler işkence tezgahında o da işkence tezgahındaydı. Ülkücüler meydanda eylemde o da eylemdeydi, yani Ülkücüler neredeyse Türkeş oradaydı. İşte teşkilatı üzerindeki bu hakimiyeti, gelişmiş ahde vefa duygusu, tebasına baba şefkatiyle muamele etmesi gibi sebeplerden dolayı o sadece bir genel başkan değildi, önce ülkücüler sonra dünya üzerindeki bütün Türkler Türkeş’i Başbuğ olarak kabul etmişlerdi.



Başbuğ Türkeş bugün yaşıyor olsaydı. Değişen ve gelişen dünya şartlarından da faydalanarak ülkücü hareketin büyün eylemlerinde hazır bulunurdu. Hakkari merkez ilçe kongresine de katılırdı. Erciyes Zafer Kurultayında yine otağında otururdu. Şanlıurfa’da yapılan ülkücü ozanların konserlerinde de protokoldeki yerinde olurdu. Ege Üniversitesinde yapılan konferansta da ülkücü gençlere hitap ederdi. Fırat Yılmaz ÇAKIROĞLU’nun cenaze töreninde pankart da taşırdı, Abdullah Buğra KOÇLAR’ın cenazesi defnedilirken de kabri başında olurdu. Emine IŞINSU’yu son yolculuğunda asla yalnız bırakmazdı. Bir eli Irak Türkmenlerinin üstündeyken, bir eli Suriye Türkmenlerini korurdu. Doğu Türkistan’daki Çin zulmünü bütün dünyaya anlatarak Çin’i köşeye sıkıştırırdı. Ülkücü İşçiler Derneğine her ilde ve ilçede şube açılması emrini verirdi. Ortadoğu Gazetesi yayın hayatında olurdu ve bütün bu çalışmaları manşetten haber yapardı.



Alparslan TÜRKEŞ kesinlikle sadece bir genel başkan değildi. O bir Başbuğ idi. O Başbuğ bu dünyadan göçüp gitti ama dünya durdukça fikirleri hep yaşayacak. Merhum Ozan Arif’in dediği gibi;

Zaten hep hilalin kaderi budur,

Arada önüne bulutlar durur,

Bir rüzgar esti mi, hilal kurtulur,

Ölmez bu hareket, ölmez bu dava!